Herkes çok
iyi biliyor bugünlerde. Kafalarda
yıkılmayan bir tabu, düşüncelerde
hep bir sinsilik. Bunları belli etmek istemiyorsanız, bir insanın gözlerinin
içine uzun süre bakmayın. Zira ele veriyorsunuz kendinizi. Ya da gidin
karıncaları incitin, çiçekleri ezin. Kendinizinden güçsüz şeyler bulun. İlla
ego tatmin etmek istiyorsanız alternatif yöntemler var. Ancak, yapmaya
üşendiğiniz şeyleri insanlara özendirmeyin. Sözüm ona, komik olmayın, küstah
olmayın azizim.
Küstahlık en çok Necip Fazıl'a yakışır. Bırakın onda kalsın. Madem Necip Fazıl dedik, efsaneleşmiş hikayelerinin birinden bahsedelim.
Rivayete göre Üstad bir gün arkadaşıyla lokantaya gider. Garson ne istemiştiniz diye sorar. Arkadaşının cevabı:
-Bana pilav
üstü et getir.
Üstad da
bunun üstüne:
-Bana da
pilav getir. Ama üstüne etme der.
Sizler de nasihat verin, ama lütfen içine egolarınızı etmeyin. Yalan söylerken bile samimi olun. Bunu karşı tarafa hissettirin. Yalandan da olsa hissetsin!
Kuru duayı
bırakın. Chesterfield'in da dediği gibi; 'Kelimeler düşüncemizin giyimleridir.'
Mesaj bilinç altınıza doğru yola çıktı. Birazdan beyninizde. Tatlı rüyalar..
Yalandan nefret ederim. İnsanların neden yalan söylediğini de hiç anlamam.
YanıtlaSilKorktuğundan mı? Fakat ortaya çıktığında ki genelde hep çıkar; daha fazla korkması gerekecek.
Sevdiğini üzmemek için mi? Yine ortaya çıktığında daha çok üzülecek.
Yalanın hiçbir halukarda faydası görünmüyor.
"Yalan söylerken bile samimi olun." demişsiniz. O sebepten yazdım bunları. Samimi olmak demek, karşıdakinin bunun yalan olduğunu bilmesi demek ki; o zaman yalana ne gerek var ki?